Oğlumla sisli bir havada köyün tarlaları arasında yürüdüm bir sabah, ellerimizde birer çubuk bir o ota bir bu çiçeğe sataşarak.Sis yolu kaplıyor 15-20 metreden ötesi, ötesiz bir grilik.
Düşünüyorum hemen şimdi,şu anda Filistinde, Suriyede ve daha bilmem zulmün yüzünün aydınlanmadığı kaç yerde daha benim oğluma yaşıt çocuklar böylesi yollarda yürüyorlar.15-20 dakika ötesi gri, kim bilir, bir bomda düşer bulutlardan.
Ve sonra diyorum beni ve benim oğlumu ayıran nedir diğerlerinden, şans mı?, kader mi ?.
Aynı şeyler benim başıma gelse Aliya'dan öte ne sözüm olur bilemedim şimdi; Düşmanın sözlerinden çok dostun sessizliği mi acıtır acaba.
Allah böylesi kara günleri hiçbir çocuğa, eşe, ana, babaya yaşatmasın.Millet, din, dil, ırk ne fark eder.Bir acı en iyi hangi dilde anlatılır ki, yada hangi ırk en iyi anlar.
Hatırlayamadım şimdi birisi diyordu; insan gerçekliğini acılar ve ızdıraplarla tanımlıyor, bu cümleyi üstadın bir sözüyle bitireyim, şuur uçurumlarda uyanıyor, düşünmek ise buhranların çocuğu.
Ve açıkcası uçurumun dibinde durup, boşluktan yükselen rüzgarı yüzümde hissetmedikçe kavrayamıyorum bazı meseleleri, bahaneler kaf dağı gibi.
Fotoğraf Memleketten
Yorum Gönder